57. BÖLÜM
"MELEK KANATLARI"
Leo'nun babası geldi.
Kızım için kardeşimin aldığı toka ellerimden düşerken Hazer'in benim için duyduğu endişeyi de gözlerinde gördüm ve ileriye doğru bir adım attım. Derhal seri adımlarla yanıma geldi ve buz kesen ellerimden tutup gözlerimin içine baktı. Ellerimi tutması, sarsılan kalbimi dengeye aldı ama korkularım yakamdan tutup beni silkelemeye devam etti.
"Leo'yu almaya mı geldi?"
"Henüz sormadım ama cevabı bu olursa bile korkmana gerek yok. Leo'nun tüm hakları bizde ve onu kimseye vermeyiz."
"Si..."
Gözlerimin içine bakıp benimle nefesler almaya başladı, sanki nefeslerimin aralığını belirlemek için benimle aynı anda nefesleniyordu. Her zaman bununla övündüm, metanetli biri olmamla. Öyle de davranmalıydım, küçük kardeşime hiçbir şey çaktırmadan o adamı göndermeliydik. O adam... Annem ölmeden önce kulağıma kim olduğunu fısıldadığı için onu tanıyordum.
"Leo onu görürse..."
Hazer direkt, "Kerem onu oyalayacak, görmeyecek," dedi ve elimden tutup benimle odadan çıktığında kalbimin atışını belli ki duydu. Bu yüzden koridorun ortasında durup bana baktı ve ancak ona başımı salladığımda devam etti. Elini iki elimle birden tuttum ve Melek'in kapısı önünden geçerken Kerem'in Leo'yu oyalamak için odada olduğunu duydum.
Hazer’le son basamakta durunca adam sesimizi duyup başını, oturduğu koltuktan kaldırdı. Kimi göreceğimi bildiğim için belki de bu yüzü görür görmez tanımıştım. Leo'nun babası... Bu adam... Ben daha küçükken, yetiştirme yurduna gitmeden ve ailemle yaşıyorken... Bu adamın babamın arkadaşı olduğunu hatırlıyorum. Bizim evimize girip çıkıyordu, babamla arkadaşlık ediyordu. Ve Leo'nun babasının bu olduğunu öğrendiğimde anlamıştım ta o zamanlardan annemle bir ilişkisi olduğunu. Bu adam, annem tedavi edilmek için hastaneye girdiğinde bile belli ki onu ziyaret etmiş ve Leo'nun doğumuna kadar annemle ilişkisine devam etmişti. Annemin babama karşı, yıllara yayılan ihanetiydi bu adam. Ta o zamanlar, aynı mahalledeyken, bizim evimize zaman zaman gelirken, babamın yüzüne gülerken...
Annem Leo'nun babasının bu adam olduğunu kulağıma fısıldadıktan sonra birçok kez düşünmüştüm... Acaba babam bunu öğrenmiş ve son raddeye geldiği için mi intihar etmişti? Bunu asla bilemeyecektim…
Bu adama karşı hissettiğim sevimsiz öfkeyle titrerken onun, "Mila," dediğini duydum beni hatırlayarak.
"Lütfen..." Hazer bir adım öne çıkarak adamın doğrudan benimle konuşmasına engel oldu, ona söylediğim için benim kadar yakışıksız ve ahlaksız buluyordu bu adamı. "Sadece ne istediğinizi söyleyin. Evimizi nasıl buldunuz?"
Yaşlanmıştı. Yaşasaydı babamda mı bu kadar yaşlı görünecekti? diye düşündüm elimde olmadan. Hazer'in dediklerinden sonra bakışlarını önüne çevirdi ve biz karşısındaki koltuğa yan yana oturunca, "Leo'nun kaldığı yetimhaneyi biliyordum," dedi. "Onun kime verildiğini öğrendim, Safir olduğunu duyunca sevindim ablasıyla olduğu için... Görmek istedim oğlumu."
Bir anda Leo'yu sahiplenmesi beni şoka uğrattı, izimi sürmüş olması ise korkuttu. Hazer adamın söylediklerinden hoşlanmayarak konuşmasına devam etti. "Eşimin adresini veren yetimhaneyle ayrıca konuşacağım fakat... Sizin bir anda çıkıp, bunca yıldır alakadar olmadığınız oğlumu görmek istemenizi anlamadım." Oğlum kelimesini bastırarak söylemişti. Leo'yu oğlu gibi benimsediğini zaten biliyordum fakat benim konuşamadığım anda bile onu sahiplenip savunması beni güçlendirmişti.
"Merak etmeyin, Leo'yu sizden almayacağım."
"Sizin böyle bir teminat vermenize ihtiyacımız yok. Zaten isteseniz de Leo'yu vermeyeceğiz." Hazer, söylediklerim üzerine onaylarcasına kafasını sallayınca adam burada olmaktan rahatsızlık duymuş gibi ellerini ovuşturup bakışlarını etrafta gezdirdi. "Ben... Leo'nun yetimhaneden alındığını yeni öğrendim, bu yüzden öğrenmek istedim nasıl olduğunu."
"O kadar umurunda değil ki onu aylar önce almama rağmen yeni haberin olmuş. Elbette umursuyor olacak değilsin, değil mi? Sonuçta evlisin ve halihazırda bir ailen var..." Sesimin seviyesini ayarlamaya çalışıyordum. "Leo artık babasının kim olduğunu merak etmiyor çünkü eşim ona ihtiyacı olan güveni sağlıyor. Artık hayatında bir baba aramıyor. Annemin öldüğünü de öğrenmişsindir... Leo psikolojik açıdan yıpratıcı haftalar geçirdi. Şimdi seni görmesi, incinmesi hiç iyi gelmez ona. Rica ederim, kardeşimin hayatına hiç girmeden çıkıp git ve onu alıştığı ailesiyle bırak. Sağlıklı olan bu."
Hazer'in takdir dolu bakışlarını görünce de söylediklerimden emin oldum. Adam her ikimize de, ellerini ovuşturarak baktı ve ardından, "Söylediğim gibi onu bir kere görüp zaten gideceğim," dedi.
"Abla!"
Ona karşılık verecektim ki Leo'nun sesini duydum ve bayılacağım sandım. Başımı arkaya çevirince onu nefes nefese gülerken gördüm, arkasına baktı ve Kerem'in geldiğini görüp yanımıza koşmaya devam edince hemen ayağa fırladım. Endişeyle Leo'yu yakaladım, başını tutup karnıma yasladım, ellerimle omuzlarından sıkıca tuttum. Kerem bana özür diler gibi bakarken Hazer de ayağa kalktı.
"Abla, beni mi özledin? Neden bu kadar sıkı sarılıyorsun?"
Adını bile anmak istemediğim o adamın Leo'ya odaklandığını gördüm ve Leo'yu asla bir başkasına vermeyecek olsam da elimden alacağından korktum. Belli ki doğduğundan beri Leo'yu aralıklarla görüyordu, yerini biliyordu. Bu vakte kadar yaklaşmamıştı da yeni mi aklına gelmişti?
Adam bu tarafa doğru gelecek oldu ki Hazer, "Ben sizi geçireyim," diyerek adama yaklaştı. "Konuşacak çok şeyimiz de yoktu zaten."
Leo'nun kafasını çevirip arkasına baktığını gördüm, bir saniye için bile olsa adamla göz göze gelmesi beni kaygılandırdı. Sanki babası olduğunu anlayacaktı, çaresi olmayan bir korkuydu. Neyse ki Kerem yanımıza gelip Leo'ya doğru eğildi ve onun dikkatini çekti. "Beni koşturuyorsun la peşinde, sıpa!"
"Nasıl da indim beşikten?"
Leo kıkırdayarak yanağını karnıma koydu, karnım bizim için olduğu gibi onun için de hassastı. Onun kafasını okşarken bir daha Hazer’le adama baktım, kapının önüne kadar gitmişlerdi. Kısık sesle konuşuyorlardı, adamı uğurlamak için kapıyı açmıştı. Bakıldığında konuşmamız yarıda kalmıştı lakin başka da diyecek ne vardı ki? Kardeşimi vermezdim, adamın da zaten bir ailesi vardı. Belki de vicdanındaki bir noktayı rahatlatmak için, sırf gelmiş olmak için buradaydı. Hazer adamla sokak kapısından çıkıp bahçe kapısının orada konuşmaya devam edince yüreğimdeki ateşin biraz soğuduğunu hissettim.
"Abla yoruldun mu? Odana çıkarayım mı seni?"
Bakışlarımı hızlıca ona indirdim ve yüzümdeki her şeyi algılayabilen bir çocuk olduğunu görüp duygulandım. Uzattığı elini kavradım ve ona, "Çok iyi olur Leo," dedim.
"Sen ablanı çıkar, ben de eniştene sakinleştiricilerini getireyim..."
Kerem’le bakıştık ve o mutfağa giderken ben de Leo'yla yukarı çıktım. Hazer ilaç almayı bırakmıştı, çok nadiren kullanıyordu ve bunu yaptığında gelip mutlaka bana söylüyordu. Strese girmişti, Leo'yu benim kadar korumak istiyordu. Bense Leo'yu saklamak istiyordum, gerektiğinde babasından ve dünyadaki tüm kötülüklerden…
"Abla sen sırtını yasla," diyerek Leo beni yatağa oturtunca başımı sallayıp oturdum. "Rahat mısın? Eniştem ayaklarının altına yastık koyuyor, ben de koyayım mı?"
"Hayır, yanıma gel canım."
Yatağa çıkıp yanıma geldi, benim gibi sırtını arkaya yaslayıp ayaklarını uzattı. Yatağımız çok konforluydu, onun da bunu hissedip gülümsediğini gördüm, başını omzuma yaslayıp karnıma dokundu. "Herkes tekmesini aldı Melek'ten, bir ben alamadım abla! Düşün, Oğuz Asaf'ı bile tekmeledi."
"Evet, onunla şimdiden arkadaş oldu."
"Benimle de arkadaş olsun."
"Sen onun her şeyi olacaksın," dedim ve alnı terlediği için biraz endişelendim, elimi belinden içeriye koyduğumda huylanıp kıkırdadığını duydum. Terlemiştir diye bakmıştım fakat kuruydu atleti. "En başta zaten dayısı olacaksın, sonra abisi, arkadaşı, belki sırdaşı..."
"Eniştem de böyle söylüyor."
"Eniştenle birbirimize çok benzeriz," dedim ona daha sıkıp sarılıp.
"Sen neden Beşiktaşlı değilsin? Hatta eniştem her maç açtığında korku dolu gözlerle ona bakıyorsun..."
"Böyle tespitlerin olduğunu bilmiyordum küçük adam," diyerek yanağından öptüm.
"Şey..." Leo kapıya baktı, sanki söyleyeceğini benden başka birinin daha duymasından korktu. "Abla... Ben Fenerbahçeliyim! Ama sakın enişteme söyleme."
Kıkırdamaya başladım ama sonra durumun ciddiyetini fark edip tedirginlikle baktım. Onu Fenerbahçeli olmaya Kerem ikna etmiş olmalıydı, Hazer'den intikamını böyle mi alıyordu?
"Fenerbahçe mi?" Hazer'in sesini duyduğumuzda başımızı çevirip korkuyla baktık ve aynı anda kafamızı iki yana salladık. Hazer gözleri kısık şekilde yaklaştı, ellerini yatağın üstüne koydu. "Fenerbahçe lafı geçtiğini duydum sanki?"
Leo tatlı şekilde gülümseme hamlesinde bulundu. "Yanlış duymuşsun enişte."
Hazer yüzünü Leo'ya yaklaştırıp bakınca Leo yutkundu ve sonra beni cephede yalnız bırakıp kaçtı. Onun pantolonunu tuta tuta odadan kaçmasını izlerken neredeyse gülüyordum. Leo'nun sesi alt kattan gelmeye başlayınca da Hazer'e döndüm ve o kapıyı kapatmak için yataktan kalkarken, "Gitti değil mi?" diye sordum.
"Evet aşkım."
Elimi kalbime koydum, belki de ilk kez doğru yeri tuttum. Hazer tekrar yatağa gelip yanıma oturdu, dirseklerini dizlerine koyup sakince, "İyisin değil mi?" diye sordu.
"İyiyim... Teşekkür ederim. Durumu toparlamama yardım ettin."
Uzanıp ovuşturduğu ellerine dokunmak istedim ama karnımın şişliği yüzünden öne doğru eğilmek güç olunca Hazer'in yüzünden şiir gibi bir gülümseme geçti. Ellerini koydu ellerimin üstüne. "Şimdiden aramıza girdin Melek."
Parmağını okşadım. "Kızıma öyle deme."
"Kızım mı? Kızımız. Sahi, o da iyi, değil mi?" Diğer elini karnıma koydu, çok kibarca okşayıp cevap bekledi.
"Gerildim ama iyiyiz ikimiz de."
"Gerilme Mila." Biraz daha bana döndü, gözleri kararlı bakıyordu. İlk kez onda öğrendim bir adamın güçlü bakışlarından korkmamayı. Normalde korkuturdu beni erkeklerin güçlü bakışları, bana her şeyi yapabilecekmiş gibi gelirdi ama Hazer'in güçlü bakışları güven veriyordu. "Bir daha gelmeyecek. Gelse de faydasız. Leo benim oğlum, onu kimseye vermem. Zaten sen de bunu düşünmezsin bile. Leo da asla gitmek istemez, biliyorsun."
"Rahatlatıyorsun..." Minnettar şekilde baktığımda gülümseyip yaklaştı, daha değmeden hissettim o öpücüğün geleceğini. Dudaklarını dudağımın kenarına bastırdı. "Seni rahatlatmak, hayatındaki her zorluğu kolaylaştırmak için varım Mila... Mila, Mila."
Her mahcup olduğumda bunu yineliyordu, hayatımı kolaylaştırmanın kendi arzularından biri olduğunu. "Çok korktum Leo'ya söyleyecek diye."
"Adamda o yürek yok, merak etme."
Dudağımın ortasından küçük bir öpücük daha alıp kalktı, kolundaki saati çıkararak makyaj masama yöneldi. Saati rafa koyarken, "Korkak bir adam o," dedi emin şekilde. "Niyeti Leo'yu almak falan değil, çok belli. Görmek istemiş ama bana kalırsa daha çok seni görmek istedi. Tanıdığı o küçük kızın, kardeşini yetimhaneden alacak kadar büyüdüğünü, nasıl bu kadar güçlü olduğunu görmek istedi."
"Bu Leo için çok kırıcı."
"Onun bir babası, abisi var. Leo için üzülmemize gerek yok, büyüyen bir ailesi var Mila."
Ama nasıl üzülmezdim? Şimdi olmasa da ileride fark edecek, reddedilen bir çocuk olduğunu anlayacak. Bu gerçekliğin, Leo büyüdükçe onu öfkelendirmesinden korkuyordum.
Aniden kurduğu öyküye gülmeye devam edip onun yatağa çıkmasını izledim. Yüzüstü uzandı, kollarını ılık çarşafa koydu ve kirpikleri altından bana bakmaya başladı. "Yani demem o ki Mila, şimdiden Leo'nun ileride öfkeli biri olacağını düşünerek üzülmen yersiz. Mutlu bir genç adam olacak, bana inan."
"Umarım mi vida."
"Yat, yaklaş..."
Hüzünlü şekilde kendimi kaydırdım, yan şekilde, karnımın en rahat olduğu açıda uzandım. Elini yanağıma koyarak saçlarımı kulağımın altına koydu, ardından elini çekmedi. Parmaklarını kulağımın arkasında oyalayıp gözlerime uzun uzun baktı. Az önce söylediklerimle onu üzüp üzmediğimi düşünüp kötü hissederken karnımda bir ağırlık hissettim ve ellerimi Melek'in tekmesine götürdüm. Hazer anlayıp göz ucuyla karnıma baktı, dudağının sağ tarafı yukarıya kıvrıldı. Elimi gülüşüne koymayı istedim ve hiçbir şey bunu tutamadı. Parmak uçlarımla dokunup, "Bana o şarkıyı söylesene," diye fısıldadım. Ve sonra ekledim. "Bana ve kızıma."
İlk önce kaşlarını çattı ama neden bahsettiğimi anlaması uzun sürmedi. "O şarkıyı unuttum," dedi.
"Yalan söylüyorsun," dedim.
"Sen mırıldan, hatırlat bana..."
Yanaklarım pembeleşirken gözlerimi kaçırdım. Birinin gözlerine bakarak şarkı söylememiştim hiç. "Anlamam nedenini, üzmüşler bebeğimi diye söylüyordun ya hani," dedim. "Onu söyle."
Şarkıya devam edince sevindim, gözlerimdeki gülücüklerle tekrar gözlerine baktım. Bu şarkıyı söylediği bir sefer neredeyse küs olduğumuz bir dönemdi, başka bir sefer söylediğinde çok mutluyduk, bu kez ise üç kişiydik.
"N'olursun kaç kurtar kendini bu diyardan yâr... Güneşi ararken peşini bırakmaz ay."
✨
Günler Sonra
Beni kampüste gören insanlar genellikle şiş karnıma bakıyordu, sanırım okulda hamile birini ilk kez görüyorlardı. Sınıftaki arkadaşlarım çoktan alışmıştı ama okuldan her çıktığımda insanların attığı o bakışlardan rahatsız oluyordum.
Havalar günden güne güzelleşiyordu, ben de yürümek istiyordum. Çünkü karnımın şişliği artık dans etmeme izin vermiyordu, ben de bu yüzden yürümeye çalışıyordum ama buna da Hazer izin vermiyordu. Yorulmamı istemediği için ya Kerem'i gönderiyordu beni alması için ya da kendisi geliyordu. Yine kendisi alacaktı, az önce şöyle bir mesaj atmıştı.
Karım, seni almaya geliyorum.
Kampüsten uzaklaşıp okul kapısından çıktım ve Peri'yle Kuzey'i, Kuzey'in arabasının önünde gördüm. Bir süredir beraberlerdi, ilişkileri aşırı inişli çıkışlıydı ama ayrılmıyorlardı da. Sanırım yine tartışıyorlardı. Kuzey, Peri'nin yüzünü tutup bir şeyler söyleyince Peri karşı çıkar gibi kafasını iki yana salladı. Kuzey onun kafasını göğsüne bastırınca da Peri uzaklaşmak istedi ama Kuzey onu bırakmadı.
Bakışlarımı çektim, onları sürekli izlemekten kendim bile rahatsız oluyordum. Önüme döndüm ve kaldırıma ilerledim, Hazer'i bekledim. Parmaklarım karnıma dokunurken çok da uzağımda olmayan bir şey dikkatimi çekti. Yakında bir metro vardı, insanlar oraya iniyor ya da çıkıyordu ama aralarından sadece birinin orada sabit kaldığını gördüm. Güneş batıyordu, bu yüzden mi bilmiyorum ama kızın saçları buradan bakınca kızıl renginde gibiydi. Elleri cebindeydi, bir sırt çantası vardı ve kırmızı pileli etek giymişti.
Birini beklediğini düşünerek onu rahatsız etmek istemeyerek başımı tekrar önüme çevirdim, trafikteki arabalara bakıp bizim arabamızı aradım. Göremiyordum. Neyse ki Hazer asla çok gecikmezdi, birazdan burada olurdu.
Başımı çevirip istemsiz olarak bir daha oraya, metronun önüne baktım ve kızın hâlâ durduğunu gördüm. Pozisyonunu bile değiştirmemişti, bakışlarını metro merdivenlerinden ayırmamıştı. Ona bakmakta yalnız olmadığımı da fark ettim, insanlar da hiç kıpırdamadığı için onu merak etmiş gibiydi. İnsanları izlemeyi falan hiç sevmezdim ama ister istemez bu genç kızın bir problemi olduğunu düşündüm. Tedirgin adımlarla yanına ilerledim. Yanına yaklaştığımda bile fark etmeyince evhamlandım.
Nazikçe omzuna dokunduğumdaysa irkilip bana döndü, şaşkın ve üzgün gözlerle bakıp, "N'oldu?" dedi.
"Ben... Affedersiniz." Elimi hemen çektim, temas konusunda hassasiyeti olabilirdi. "Kaldırımdayken sizi gördüm, burada epeydir bekliyorsunuz. Hiç kıpırdamadığınızı görünce endişelendim, bir sorun olup olmadığını sormak istedim."
İyi niyetimi temsil etmesi için gülümsediğimde kız davranışının yeni farkındaymış gibi bileğindeki saate baktı ve kafası karışmış halde, "Yarım saat olmuş," dedi. "Geçen sefer bir saat beklemiştim."
"Metronun önünde mi?"
İrkildi ama neden olduğunu anlamadım. "Evet," dedi ve gözleri buğulandı. "Metroya binmeye çalışıyorum ama binemiyorum."
Ne kadar anlaşılabilir bir korku. "Biraz ürkütücü oluyor metrolar, çıkardıkları sesler falan. Bu sebepten mi?"
Gözleri dalmış gibi bakmaya başladı. "Çok geçerli sebeplerim var," dedi ve elinin tersini dolan gözlerine bastırıp sonra geriye çekti. "Doğuma az kalmış gibi.”
Ellerim koruma içgüdüsüyle karnıma dokundu. "Evet, az kaldı."
"Belli, çok büyük." Altdudağını dişleyip mahcup şekilde baktı. "Bebeğinize çok büyük dedim, özür dilerim."
Bu genç hanımla sohbet etmekten keyif aldığımı fark edip kıkırdadım. "Estağfurullah. Öyle, çok büyüdü."
"Kız mı erkek mi?"
"Kız." Heyecanla ismini bile kaçırdım ağzımdan. "Melek Yakut koyacağız ismini."
Benim heyecanıma kıyasla karşımdaki kız gülümsemedi bile, elbette gülümsemesi de gerekmezdi ama çok mutsuz olduğu için üzülüp iç çektim. "İsterseniz sizinle metroya inebilirim. Tabii binmek zorundaysanız. Sonra çıkarım."
Kirpikleri arkasından bana bakıp sonra tekrar metronun merdivenlerine baktı. Çenesinin titrediğini gözden kaçırmadım. “Teşekkür ederim ama bu kez de yapamayacağım. Belki de hayatımın sonuna kadar yapamayacağım."
Acaba neden korkuyordu? Metro istasyonundaki loş karanlıktan mı? Korna sesi duyunca düşüncelerimden sıyrıldım ve başımı çevirince gelen arabamızı gördüm. Hazer'i göremiyordum fakat ben birileriyle pek fazla konuşan biri olmadığım için merak ettiğini düşünüyordum. Tekrar önüme döndüm ve o esnada aklıma gelen fikirle, "Madem metroya bilemiyorsunuz, bizimle gelir misiniz?" diye rica ettim, bu hanımefendi için endişe duyduğumdan. "Sizi dilediğiniz yere ya da yakınına bırakırız. Bu kez de metroya binmemiş olursunuz."
Bana doğru dönüp tek kaşını kaldırınca haddimi aşmadığımı umarak başımı salladım. Bir hesap yapıyormuş gibi parmaklarını kullandı, sonra da omzumun üstünden arabamıza bakarak, "Tamam," dedi ve hemen sonra devam etti. "Ama taksiye binmemek için kabul ediyorum teklifinizi yanlış anlamayın, biraz para biriktirmem gerekiyor da... Yani çok para biriktirmem gerekiyor."
Çekilip beraber yürümemiz için kendisini teşvik ettim ve yan yana yürürken, "Yanlış anlamadım," dedim. "Kaç yaşındasınız?"
Ellerini ceplerine koyarak, "Yirmi," dedi.
"Aramızda iki yaş var."
Bana kaçamak bir şekilde bakıp sonra da gözlerini kaçırdı. "Nerede oturuyorsunuz?"
"Fatih tarafında? Siz?"
İrkilip, "Bu konuşma biriyle daha aramda geçmişti," dedi ve cevap vermeden önüne dönerken uçuşan pilili eteğini düzeltti.
İçimde onu iyi hissettirme ihtiyacı açığa çıktı. Hiç huyum değildir tanımadığım insanlarla iletişime geçmek, onları arabamıza kadar davet etmek fakat bu kızıl saçlı güzel kıza iyi bir şeyler demek istiyordum, zaten bu yüzden de, "Eteğinizin rengi çok güzelmiş," dedim.
Adımları yavaşladı ve o arkamda kaldı, başımı çevirip sorar gibi bakınca da hiçbir şey demeden yürümeye devam etti ama gözleri... her an ağlayacakmış gibi bakıyordu.
"Bu arada adınızı sormadım," dedim arabaya vardığımızda.
"Bestegül."
Onun için arabanın arka koltuğunu açıp yalnız hissetmemesi için ben de yanına bindim. Hazer dikiz aynasından benimle göz teması kurup tek kaşını kaldırırken arabadaki parfüm kokusunu duyumsadım. Çantamı Bestegül’le aramıza koyup, "Arkadaşımı da evine bırakabilir miyiz?" dedim.
"Hay hay." Hazer, Beste'yle göz teması kurmaya çalıştı ama o başını önüne eğmiş, eteğinin pilisiyle oynuyordu. Buna karşılık Hazer hiç rahatsız etmeden güzel gözlerini tekrar benimkilere çevirdi, yerini bildiği o kalbime girip göz kırptı. "Merhaba aşkım."
Yanımızda başkası olduğu için biraz utanıp ona önüne dön dercesine bir hareket yaptım ve Hazer sırıtıp dönünce arkama yaslandım. Arabayı çalıştırınca Bestegül çok kısık bir sesle evinin adresini verdi, başka hiçbir şey demedi. Böyle olunca biz de pek konuşmadık; Hazer yalnızca okulumun nasıl geçtiğini sordu, vitaminlerimi alıp almadığımı, bebeğimin ne yaptığını...
"Lahmacun yiyor Hazer," diyerek espri yaptığımdaysa bana dikiz aynasından boş boş bakıp, “Şu kötü esprilerin…” diye mırıldanmıştı ama Bestegül'ün dudaklarının kıvrıldığını görünce onun neşeli bir kız olabileceğini düşündüm.
Yaşadığı yere yaklaştığımızdaysa inebileceğini söyledi, bunun üzerine Hazer hemen arabayı kaldırım kenarına çekti. Bestegül'e döndüm ve elimi uzatıp, "Çok memnun oldum," dedim.
Elini eteğine sildi ve benim elime koyup kısık bir sesle, "Ben de," dedi ve direksiyon koltuğundaki Hazer'e bakıp bana dönünce gözlerinde ilk kez olumlu bir hisle tanıştım. Neredeyse gülümsedi. "Eyval... Teşekkür ederim yani."
"Rica ederiz," dedi Hazer kibarca ve ben de hemen başımı sallayıp, "Tanıştığımıza sevindim," dedim. Elimi kendime çekip bir gün yapmasını umduğum şeyi söyledim. "Umarım korkunuzu yenersiniz ve o metroya binersiniz."
Elini çekip başını salladı. Onu ikinci kez üzdüğümü fark edip omuzlarımı düşürdüm ve Bestegül dışarıya çıkıp kapıyı kapatınca arkasından baktım. Ne olmuştu acaba ona? Bizimleyken, arabanın içindeyken bile aslında burada yokmuş gibiydi ve onu hayattan soyutlayan sebebi hakkım olmasa da merak etmiştim.
"Öne gel Safir Mila."
Kocamın sesini duyunca gülümseyip kapıyı açtım, şiş karnıma dikkat ederek öne geçtim. Hazer yerleşmeme yardım ederken yanağımdan öpüp içine derin bir nefes çekti.
"Emrivakime kızmadın umarım aşkım," dedim dudakları hâlâ yanağımdayken.
"Hayır Mila. Kızmam. Söylediğin her şey başım üstüne." Geriye çekilip arabayı yavaşça sürmeye başlayınca ben de iyice yerleştim. "Arkadaşın kimdi? Arkadaşlarından yalnızca Peri'yi tanıyorum."
Batan güneş arabanın ön camından giriyordu, telefonumu cebimden çıkarıp kamerasını açarken, "Arkadaşım olduğunu söyleyemem," dedim. "Onu okuldan çıktığımda metronun önünde gördüm. Dakikalarca orada hareketsiz kaldı, benim de dikkatimi çekti. En sonunda yanına gidip iyi olup olmadığını sordum, o şekilde tanıştık."
Güneş yüzüme düştüğü için fotoğraf kamerasında güzel görünüyordum. Bu yüzden bir fotoğrafımı çekip kamerayı Han'a çevirdim ve onun düşünüyormuş gibi görünen yüzünü fotoğraflarken, "İnsanlarla direkt iletişim kurmazdın sen," dedi.
"Evet ama... yardımcı olmak istedim, engel olamadım kendime."
Kamera açısındaki yüzünde bir gülümseme oluştu. "Bir daha sana melek olduğunu söylediğimde beni reddetme."
"Hazer, Hazer, Hazer..."
Gülümseyip kamerayı indirdim ve mesajlara girerek Gazel’le konuşmaya başladım fakat hamilelikten dolayı çok fazla uykusu gelen biri olduğum için bir noktada uyuyakalmışım. Uyandığımdaysa arabanın durduğunu fark ettim, havanın da karardığını. Hazer yumuşak gözlerle bana bakıyordu. Ne zaman gelmiştik? Sabırla uyanmamı mı bekliyordu? Mahcup olarak dudak büzdüm.
"Neden uyandırmıyorsun? Sürekli uyuyorum..."
"Uyu," dedi sadece.
Uyumaya devam etmek istiyordum ama saat kaçtı? Kucağımdaki telefonu almak isterken camdan dışarıyı gördüm ve şaşırdım. Evimizde değildik ama karanlık olduğu için nerede olduğumuzu göremiyordum.
"Çiftliğe getirdim seni..."
"Yaa," diyerek Hazer'e döndüm ve ilk kez çiftliğe geldiğimizde yaşadıklarımızı hatırladım. "Hafta sonunu burada mı geçireceğiz? Leo? Kerem’le mi kalacak? Keşke onu da alsaydık, darılmasın bize?"
"Merak etme, sordum ona, gelmeyeceğini söyledi." Araba kapısını açıp indi, yanıma gelip inmeme yardımcı oldu. "Yarın Kerem’le bir yere mi ne gideceklermiş..."
Yarın Kerem’le Fenerbahçe'nin maçına gidecekti, bunu bana dün söylemiş, dışarıya çıkmak için bahane bulmamı istemişti çünkü Hazer, Leo'yu sadece tanıdıklarına emanet ediyordu, onun dışında nerede ne yaptığıyla çok yakından ilgileniyordu.
Hazer bagaja ilerlerken ben de kollarımı kendime sararak çiftlik evimize baktım. Buraya geldiğimiz ilk seferde henüz sevgili dahi değildik, birbirimize bakarken çekiniyorduk, ellerimiz yürürken birbirine değsin istiyorduk ama bunu söyleme cesaretini bulamıyorduk. Birbirimizin kalbine girmiştik ve bunu anlamaya çalışıyorduk.
"Gel aşkım," dediğinde Hazer'e döndüm ve ağrıyan belimle rahatsız şekilde yürüdüm. Ellerinde iki spor çanta vardı, iki günlük eşyalarımız içindeydi. Hazer çiftliğin kapısına ilerleyince kapı aniden açıldı ve ben ürkünce Hazer hemen bana dönüp gözlerime baktı. "Arayıp geleceğimizi söylemiştim Mila, bizim seyis. Korktun mu? Gel buraya..."
"Biraz korktum," diye itiraf ettim.
Kapıdan girdiğimizde seyis hızla Hazer'in elindeki çantaları alıp, "Hoş geldiniz Hazer Bey," dedi ve onları bizim yerimize taşırken bana da hürmetle gülümsedi. "Hoş geldiniz Safir Hanım."
"Hoş buldum, nasılsınız?" diye sordum, korktuğum adamla bu kez medeni şekilde konuşarak.
Hazer üzerimdeki kabanı alırken seyis başını salladı. "İyiyim, çok sevindim gelmenize." Hazer'e baktı. "Allah bağışlasın çocuğunuzu Hazer Bey."
"Eyvallah." Hazer kabanımı asıp kendi üzerindeki fermuarlı hırkayı çıkardı ve portmantoya asıp seyise döndü. "Az kaldı, bakalım... Sen çantaları kenara bırak, ben hallederim." Adama yürüyüp omzunu sıktı, kibarca gülümsedi. Çalışanlarına karşı hep anlayışlıydı. "Dolabı doldurdun mu?"
"Tabii tabii. Karım yemekleri de yaptı, dolapta hepsi."
"Sağ olasın. Tutmayayım seni daha fazla."
Adam gülümsedi, çantaları salonun girişine bıraktı, dönüp bana da gülümsedi ve el pençe şekilde çiftliğin ahşap kapısından dışarıya çıktı. Adam çok kendi halinde, iyi biriydi. Kapıyı kapattım ve Hazer'e doğru yürürken etrafıma baktım. Işıkların hepsi yanıyordu, Hazer benim için bunu dahi düşünmüştü; belki adamdan evdeki tüm ışıkları yakmasını istemişti.
"Şömineyi yakacağım ne olur ne olmaz, otur," dedi Hazer şömineye ilerlerken. Deri koltuğa yerleşirken çok dikkatli davrandım ve ellerimi karnımda buluşturup seyisin hazır ettiği odunları ateşe vermesini izledim. Kısa sürede odunları yaktı, ateşi dizginledi. Sonra üzerindeki beyaz tişörtü ve gri eşofmanıyla yanıma yürümeye başladı.
"İşten doğru beni almaya geldiğini sanıyordum," dedim.
"İşe uğradım, imzalamam gereken şeyleri imzaladım. İlk defa da şirketime böyle gittim..." Gözlerini kendisine çevirip şöyle bir süzdü kıyafetlerini. "Çalışanlarım şaşkın şaşkın baktı, bu adama n'olmuş der gibi..."
Onu takım elbiselerinin içinde ayrı, böyle spor kıyafetlerin içinde apayrı beğeniyordum. "Haklılar," dedim muzip bir sesle. "Alışkın değiller tabii patronlarının bu hallerini ama ben her gün görüyorum."
"Sen herkesten farklı şeyler de görüyorsun."
"Bir süredir göremiyorum..."
Hayretle gözbebekleri büyüdü, sitemle karışık imamın farkına vardığını böyle anladım. Benden böyle bir cümle duymayı beklemiyormuş gibi şaşırması karşısında ben de utanç duydum, yanaklarım kızarmaya başladı.
Gülmemek için dudağının kenarını ısırdı. "Melek doğsun, göreceksin." Daha fazla bir şey demeden bakışlarımı kaçırınca halimi anladı, ben utansam da o halimden utanmadı. "Açsındır. Bize yemek hazırlayacağım." Uzaklaşıp koltuktaki minderi koltuğun ucuna yerleştirdi, sonra belimden tutup beni yan çevirdi. Ayaklarımı yastığın üstüne koydu, arkama da diğer yastığı yerleştirip karnıma dokundu. Elbisemin üzerinden yavaşça okşadı. "Acıktın mı kızım?"
Sesindeki bu dinginliği seviyordum. Başkası duysa bu sese yorgun, hissiz diyebilirdi ama benim için huzur demekti.
Hazer ıslık çalarak mutfağa gittiğinde kumandayı alarak televizyonu açtım ve yanağımı koltuğun yumuşak tarafına yaslayıp kanalları gezdim. Karnım bugün çok hareketliydi, kızımın karnım içinde neler yaşadığını merak ediyordum. Ütopik olacağını bilsem de onun elimi hissedip rahatladığını biliyordum fakat bu kez rahatlatmadı ve bu beni biraz kaygılandırmıştı.
"Melek?" diye seslendim ona yumuşakça.
"Anneciğim?"
Hazer'in gülerek Melek'i taklit ettiğini duyunca başımı çevirip baktım ve gözlerinin üstümde olduğunu gördüm. Göz kırpıp mutfağa döndüğünde esneyerek bebeğime sarıldım. Eskiden yalnız hissederdim. Hazer yanımdan ayrıldığında da yalnız hissederdim. Fakat hamile kaldığımı öğrendiğimden beri hiç yalnız hissetmemiştim.
Hazer elinde bir tepsiyle bakış açıma girdiğinde yemek istemesem de ona kıyamadığım için doğrulmaya yeltendim. Ağır hareketlerle doğrulduğumu görünce, "Beni bekle," dedi ve yanıma gelip yastıklar sayesinde en konforlu alanı benim için oluşturdu.
Yanıma oturup orta sehpayı çekti önüme kadar. Minnettar şekilde gözlerine bakıp sonra tepsidekilere göz gezdirdim. Bir kâse çorbayla yaprak sarması vardı. Birkaç dilim de ekmek koymuştu, kendisi yemeyecekti sanırım. Çorba kâsesini avuçlarıma aldım ve Hazer sehpadaki alkol şişesine uzanınca kararsız şekilde, "Az içsen?" dedim.
Baş ve işaretparmağının aralığını gösterip, "Şu kadar içeceğim," dediğinde anlayışla başımı sallayıp kendi baş parmaklarımın aralığını oluşturdum. Parmaklarımı götürüp cam kadehin kenarına koydum ve Hazer gülerek burnunu kaşırken kırmızı şarabı o küçük aralık kadar doldurup kenara bıraktı. Bu iki yudum kadar yapıyordu.
Bir şey demeden dirseklerini dizlerine yasladı ve kadehi elinde sallayarak beni izlemeye başlayınca ben de çorbamdan sıcak yudumlar aldım. Böyle durup susmak, birbirimizi herhangi bir şey yaparken izlemek huzur vericiydi. Çorbamı bitirince takdir dolu gözlerle baktı ve kadehindeki şaraptan bir yudum alarak yüzünü koluma sürttü. Bazen, bir sebebi olmadan bu şekilde yaklaşıp kolumun kenarına, sırtıma, göğsüme koyuyordu başını.
"Sarma yer misin hayatım?" diye sordum.
Elini karnıma koyup cık dediğinde tatlılığına tebessüm edip ben bir tane aldım ve elimi, getirdiği peçeteye silerken, "Kızım iyi mi?" diye sorduğunu duydum.
"Bugün... Biraz hareketli."
Duraksadı. "Ağrın falan yok değil mi?"
"Hayır mi vida."
Karnımı çok içten okşadı. Karnıma bile böyle dokunurken kızımıza olan ilk dokunuşunu hayal edemedim. Ağlar mıydı acaba? "Babacığım... Sıkıldın mı orada, annenin karnında? Sıkılmadığına eminim, annen sana çok iyi bakıyor. Dünyaya gelmene çok az kaldığını söyledi doktorun ama senin canın sıkılır bugün gelmek istersin falan... Önceden bana bir işaret ver, tamam mı?"
Gülüş sesim bir müddet çiftlik evimizde gürültü yaptı ve Hazer elini çekip kadehiyle doğrulunca hayranlık içinde ona baktım.
"Bir süre daha nasıl dayanacağım?" dedi, daha çok kendi kendine. Bunun ona dert olmasına gülümsedim. "Çok merak ediyorum ve korkuyorum da. O içinden çıkacak ve bu... beni çok endişelendiriyor, öte yandan onun neye benzediğini, nasıl olduğunu da merak ediyorum. İlk doğduğunda saçları olacak mı sence? Bazı bebeklerin oluyormuş."
"Ya da saçları ne renk olacak? Seninkiler kahvenin çok koyu bir tonu, benimkiler açık bir tonu."
"Güzelliğini senden alabilir, huylarını da senden alsın, zekâsını da senden alsın..." Duraksayıp başını bana çevirdi, kaşları çatılmıştı. "Bana bir şey kalmadı. Yok, zekâsını benden alsın." Kadehinden bir yudum daha aldı. "Hem bu sağlığı için daha iyi olur."
Hıh gibisinden bir ses çıkardım. "Sen bana zekâsız mı demek istedin?"
Kafası şimdi cama çevrili olduğu için yüzünü göremiyordum ama omuzları ileriye doğru sallandı. "Öyle değilsin tabii. Ama ben daha zekiyim."
Hayal kırıklığıyla dolu bir ses çıkardım. "Sen... bayağı bayağı benim salak olduğumu falan düşünüyorsun Hazer…"
Genzini temizledi ama hâlâ bana dönmüyordu, dışarıya bakarken, "Konu kızımızdan senin zekâna nasıl geldi?" dedi geçiştirir gibi. "Ayrıca söyledim, bir huyunu da benden almalı. Zekâsını alsın işte." Bana döndü, çok kısık gözlerle bakıp işaretparmağını salladı. "Güzelliğini senden alsın dediğimde itiraz etmiyorsun. Ee, ben çirkin miyim?"
Konuyu kendi lehine çevirebilme ustalığına şok oldum. "Sen kendin dedin güzelliğini senden alsın diye!"
"Hayır hayatım, senden alsın, diyebilirdin," dedi tek kaşını kaldırıp üzerime doğru yürümeye başlarken. Sehpaya kadar geldi, kadehi bırakıp üzerime eğilirken son derece ciddi görünüyordu. "Ben güzel değil miyim Mila?"
"Değilsin," dedim.
Vay be der gibi başını salladı ve sehpanın kenarına oturup yüzüme yukarıdan baktı. "Bu adamdan çocuk yaptın ama?"
Bu söylediği komik gelmişti ama ciddi davrandığımız için gülmeme kararı aldım, kızımla beraber bu kararın arkasında durup, "Yaklaş," dedim ve Hazer şüpheyle yaklaşınca kulağına doğru eğildim. Kulağına, gözlerine bakarken söyleyemeyeceğim bir şey söyledim.
Hazer geri çekilip şaşkınca baktıktan sonra ani bir kahkaha patlatınca yanaklarım kızardı. Karnını tutarak kahkahasını artırırken söylediğim şeyin komik olmadığını savundum ama Hazer daha çok gülerek sehpadan düştüğünde gülme sırası bana geçti. Elimi ağzıma örtüp düştüğü için kıkırdarken Hazer de sehpaya çarpan belini ovuşturarak inledi. "Gülme Mila..."
"Sen gülerken iyiydi."
"Çocuk karnından fırlayacak, gülme."
Her ne kadar gülsem de beline, bir şeyinin olup olmadığına baktım. "Uzay roketi mi bu çocuk?" Belinde hafif bir kızarıklık oluşmuştu, bu gülmeyi gerçekten sonlandırmama sebep oldu. Tişörtünü örtüp yerden kalktı ve yanıma oturduğunda açıp bir de yakından baktım kızarıklığa.
"Bir şey yok," dese de kızarıklığa dokunup acıyıp acımadığına emin olmak istedim. Onu çok özlediğimi de tenine temas edince bir daha anladım. Beraberdik ama aylardır birlikte olmuyorduk. Sanırım aramıza, bundan daha güzel bir şey de giremezdi. Bana aylardır önümden bile sarılamıyordu, arkamdan sarılıyordu. Hazer ağır bir adamdı, kuvvetliydi ve karnım çok şiş olduğu için önümden sarılmanın kızımıza zarar vereceğini düşünüyordu sanki. Zaten sarılamıyordu da, kolları yetmiyordu.
"Demek çocuğumuzu yüzümle yapmadın, he Mila?"
Az önce kulağına fısıldadığım cümleyi yüksek sesle söyleyince irkilip gözlerimi kocaman açtım. "Aramızda kalacaktı," diye sitem ettim.
"Yalnızız,” dedi.
Elimi çıplak teninde sabit tuttum, ileriye gidemesem de dokunmak istedim. Hazer onu özlediğimden memnuniyet duyarak ama ileriye gidemeyeceğimiz için de eziyet çekiyormuş gibi derin gözlerle bana bakarken ellerimi tişörtün uçlarına uzattım. Çıkarmasını istediğimi anladı ve bana yardımcı olarak tişörtü üzerinden çıkarınca hafifçe yanmaya başlayan tenini bana açtı. Tişörtü kenara bıraktım ve geniş omuzlarına, göğsüne, içe göçmüş karnına bakarak ellerimi kollarında gezdirdim.
"Yoruldun mu bugün?" diye sordu, kafasını dağıtmak ister gibi.
Genel olarak çok ve hemen yoruluyordum. Karnımda ağırlık vardı, yürümek bile benim için çok zaman almaya başlamıştı. Karnımdaki kasıntıyı bu gece bir daha hissedip derin bir nefes verdim. "Ayaklarım çok şişiyor, yürürken bazen canım da acıyor. Bugün yere kalemim düştü, eğilip alamadım..." Omuzlarındaki çillere de dokunmayı ihmal etmedim. Bir yıldız kümesi gibiydi. "Kimseden de isteyemedim. Sonra Ayşenur fark etti, eğilip aldı benim yerime."
"Çok masumsun..." diye fısıldayarak önüme düşen bir tutam saçımı aldı, onu kurdelemin lastiğine geri koymaya çalıştı. "Ben orada olsaydım kalem tutmana bile gerek kalmazdı, senin yerine ben yazardım."
"Ben de Ayşenur'a öğle yemeği ısmarladım.”
"Kızıma ne yedirdin?"
Öğle yemeğinde yediğim pizzayı ve pizzanın yanında içtiğim turşu suyunu hatırladım. "Turşu suyu içtim."
Alıngan şekilde bana bakmaya başladı. "Ankara'dan getirttiğim turşuları neden yemedin o zaman? Babaannem yapmıştı hepsini!"
Memleketini böyle ateşli şekilde savunması karşısında kıkırdayıp eğildim, çillerinin üzerinden öptüm. "O zaman canım çekmiyordu, hamileliğim boyunca tatlı aşerdim ama işte bugün nedense turşu suyu içtim ve sonra o kadar çok susadım ki aşkım..."
"İyi olmuş sana," dedi, bana biraz daha yaklaşıp boynumdan öperken.
"Kızım, baban beni azarlıyor..." onu kızımıza şikâyet ettiğimde başımın üstünde gülüp dudaklarını nabzımın üstüne koydu, orada nefeslenip kolumu okşadı. Daha ağır nefes almaya başladığını fark ettim, tenimden daha fazlasını almak istedi ama alamayınca inleyip uzaklaştı. Zaten dağılmış saçlarını karıştırarak koltuktan kalktı, tepsiye uzandı.
"Şunu mutfağa koyup geleyim, yatırayım seni."
"Tamam.”
Üst kata yalnız çıkmak istemedim, Hazer de bunu istemiyordu. Ellerimi kasılan karnıma götürüp derin bir nefes verdim, kızımın bugün yaramazlık yaptığını düşündüm. Doğumdan önce bu tür kasılmalar normaldi ama aralıkları önemliydi, kaç dakikada bir kasıldığım falan.
"Bir şey mi oldu?" diyerek yanıma döndü.
"Yani... İyiyim ya. Kalkmama yardım eder misin?"
Koluna girdim, onun desteğiyle merdivenleri çıkmaya başladım. Hazer sabırla, yavaş hareket etmemi izledi. Neredeyse her basamakta durdum, nefesim çabuk sıkışıyordu. Üst kata çıkıp içeriye girdiğimizde doğrudan ışıkları yakmak için beni bir saniye kapının önünde yalnız bıraktı, o yanıma dönerken de etrafa baktım. Oldukça sade, az eşyalı bir odaydı. Beni yatağa götürdü ve oturduğumda üzerimdeki kıyafetleri gülümseyerek çıkardı. Hareket etmek zor olduğundan beri bu çok sık yaşanmaya başlamıştı, haliyle mahcup oluyordum.
"Geceliğini giydireyim..." Çantadan çıkardığı bol, geniş tişörtünü başımdan geçirdi, başka bir şey de giymeme gerek kalmadı. Kurdelemi çıkarıp ahşap komodine koydu. Sonra yatak örtüsünü kaldırdı, ardında ince örtüyü. Hayranlıkla onu izleyip oturdum ve yatağa uzanırken yüzüne sevgiyle baktım. Örtüyü omuzlarıma dek örtüp yanımda alçaldı, dikkatle baktı. "Rahat mı böyle? Başka bir yastığa ihtiyacın var mı?"
"Yok aşkım," dedim ve yüzündeki çillerin üzerinden geçtim. "Yat hadi yanıma, sana sarılayım.”
Altında gri eşofmanıyla yatağa girip başını yastığa koydu ve kolunu uzattı. Arzu ettiğinin ne olduğunu biliyordum. Başımı koluna koymamı istiyordu. Aşkımın dilediğini yaptım ve başımı koluna yaslayıp gözlerinin içine baktım. Her günün zorluğu, gece bu kolların arasına gireceğimin düşüncesiyle kolaylaşıyordu. Eskiden geceleri çok korkardım, zarar görecekmiş gibi hissedip ağlardım. Artık çok güvende hissediyordum, hemen uyuyakalıyordum. Üstüm açılınca kıpırdamama gerek kalmıyordu, o hemen örtüyordu. Beni kontrol ediyordu, nefeslerimi dinliyordu.
Gözlerimden öpüp gözlerini kapatınca yüzümü yüzüne saklayarak her geceki gibi uykuya dalmayı bekledim. Ritmik kalp atışlarını ve yumuşak nefeslerini dinleyerek yorgunca gözlerimi kapattım. Hazer'in biraz sonra, elini karnımdan çekemeden uyuyakaldığını fark ettim ve her zaman ondan önce uyuyan ben olsam da bu kez bir türlü uyuyamadım.
Dakikalar geçtikçe karnımdaki kasıntılar rahatsız edici olmaya başladı, var olan uykumu da kaçırdı. Yatakta dönmeye çalıştığımda Hazer'in eli karnımdan düştü, karnımdaki ağırlıkla dönmek kolay olmadı. Sırtüstü yatmaya çalıştım, ellerimi kasıklarıma götürüp doktorumun öğütlediği gibi sakin nefesler aldım. İşe yaramasını bekledim fakat kasıntılar çoğalınca endişe ettim. Hazer bir ara fark etmişti, elini tekrar karnıma koydu, uyku sersemi nasıl olduğumu anlamaya çalıştı.
Sırtımın terlediğini hissettim, vücudum ısınıyordu. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Yorganın diğer ucuna uzandım ve üstümden çektim. Avuçlarımı yatağa yaslayarak kalktım ve yürümenin işe yarayacağını düşünerek odada yavaşça yürüdüm. Doktorun dediği gibi kasılma aralıklarını tutmaya çalıştım. Parmaklarımla saymaya başladım ağrıların kaç saniyede bir geldiğini.
Doğuma daha var, doğuma daha var... "Bebeğim... Sabırsızlanıyor musun? Anlayamıyorum seni.”
Karnımın altından tutmaya çalıştım, düşecekmiş gibi hissediyordum. Birkaç dakika içinde geçmezse Hazer'i uyandıracaktım. Elimi terleyen enseme götürüp silmeye çalıştım ama bebeğim düşecekmiş gibi geldiği için elimi tekrar karnıma götürdüm.
Çömelsem ağrı hafifleyecekmiş gibi geldi, bu yüzden öne doğru eğilmeye çalıştım. Ağrı böyle daha çekilir olmuştu ama hâlâ canım yanıyordu. Odanın içindeki lavaboya ilerleyip musluğu açtım, titreyen ellerime su doldurdum ve yüzümü ıslatırken karnımda başka bir şey hissettim. Nefesimi kesen bir ağrı, bacaklarımın arasını parçaladı sanki.
"Ha... Hazer!"
Ellerim lavabonun içine düştü ve ağrıdan kıpırdayamaz hale gelerek dişlerimi sıkmaya başlarken odadan gürültülü bir sesin geldiğini duydum. "Mila, Mila!" diye bağırarak odanın içinde beni aradı ve sonra kapının aralık olduğunu fark edip buraya geldiğinde ellerimle ona tutunmaya çalıştım.
Şok olup, "N'oluyor?" derken bir yandan da kollarımdan tutmuş, anlamaya çalışıyordu olup biteni. "Düştün mü? Bir yerine mi bir şey oldu aşkım?"
Karnımdaki kramplar sıklaşırken, "Sana... bir diyeceğim ama sakın bayılma," dedim, nefes alıp verişim düzensizleşirken. "Tamam mı?"
"Ne?"
"Doğuruyorum." Bayılma, lütfen...
"Ah, peki..." Bunu tahmin ettiğimden sakin karşıladı ve kollarımdan tutup banyodan çıkmama yardım ederken gözleri kocaman açıldı. "Doğuma daha vardı. Vardı yani, vardı..."
"Sürprizleri seviyorsa ben ne yapayım?"
Hazer olana inanamıyormuş gibi baktı ve sonra daha hızlı harekete geçti, beni yatağın ucuna oturtup çantalara doğru ilerledi. Doğumun gerçekten başladığını idrak edemiyordum, neler olduğunu bile anlayamıyordum. Hazer yanıma dönüp hırkayı omuzlarıma attı ve hızlıca komodindeki cüzdanıyla araba anahtarını alarak yanıma döndü. Çok sesli soluklar alıyordu, programlanmış gibi hareket ediyordu. Bu bayılmasından daha iyiydi.
"Canın çok mu yanıyor Mila?"
Beni kaldırıp koluma girdi ve bir yandan da yüzüme bakarak anlamaya çalıştı. Merdivenlerden inerken öyle zorlandım ki dişlerimi daha çok sıktım. Hazer bunu fark edip telaşla bir şeyler yapmaya çalıştı ama yapılacak hiçbir şey yoktu; bu acı, kızımız içimden çıkana kadar son bulmayacaktı.
"En yakınımızdaki hastaneye gideceğiz, sakın endişe etme. Hiçbir şey olmayacak Mila. Doktor her şeyin yolunda olduğunu söylemişti, Melek de sürpriz yapmak istemiş. Hepsi bu... Dur, kabanını giy... Evet, sakin nefesler al..."
Kabanımı kollarımdan geçirip önümdeki düğmeleri iliklemeye çalıştı ama düğmeler kavuşmuyordu. Kendi kabanını almayı akıl edemeden sokak kapısını açtı. Kolumdan tutup yavaşlığıma ayak uydurarak arabaya kadar yürüdü, kapıyı benim için açıp oturttu. Yaşların gözlerimden düşmemesi için kendimi sıktım, yumruklarımı dizlerime koyup Hazer'e yalvarır gözlerle baktım. "Karnım... yarılıyormuş gibi hissediyorum."
Omuzları hızla inip yükselirken başını seni anlıyorum der gibi salladı ama benim için duyduğu endişeyi saklayamıyordu. Korku dolu gözleriyle karnıma bakınca ben de korktum ve Hazer hemen ellerimi sıktı. "Birazdan hastanede olacağız ve gereken müdahale başlayacak. Şimdi geçip arabayı kullanacağım, ne yapmam gerektiğinden çok da emin değilim ama... önce hastaneye gitmemiz gerektiğini biliyorum."
Tişörtümün uçlarını kaldırıp karnıma yakından bakmak istedim. Neler olduğunu anlamıyordum, uyumak ve uyandığımda her şeyin bittiğini görmek istiyordum. Hazer hızla kapımı kapatıp şoför koltuğuna geçti ve arabayı çalıştırırken bir yandan da telefonuyla bir şeyler yaptı. Rahat oturamıyordum, sürekli kıpırdayarak ağrıyı hafifletmeye çalışıyordum ama işler bir dakikadan sonra dayanılmaz olmaya başladı.
"Doktor çok derin nefes alman gerektiğini söylüyor," dediğini duyunca onun doktorumla konuştuğunu anladım ama çektiğim acı yüzünden odaklanamıyordum. Doğumdan önce kendimi, doğum anında neler yaşadığını öğrenmekten uzak tutmuştum çünkü korkmuştum ama... bu kadar canımın yanacağını düşünmemiştim.
Gözyaşlarımın tadına varınca ağlamamakla ilgili küçük savaşımı kaybettim ve inlerken bacaklarımın uyuşmaya başladığını hissettim. Hazer bir şeyler söylüyordu, doktordan duyduklarını bana iletiyordu ama gözlerimi açıp bakamıyordum. Yüzümden akan terlerin cildimi kaşındırıyordu, ellerimi karnımdan ayıramıyordum. Bacaklarımın arasının ıslandığını fark etmiştim...
"Suyum geldi," dedim hıçkırarak. Gecikmekten, ona bir şey olmasından korkuyordum.
"Gördüm," dediğini duydum, dehşete düşmüş bir sesle.
Gözlerimi şok olmuş şekilde açıp önüme baktım, bacaklarımın arasındaki sıvıyı fark edip korkuya kapıldım. Doğum resmi olarak başlamıştı ama biz daha... neredeydik ki?
"Onu kaybedeceğiz, onu kaybedeceğiz," diyerek ağlamaya başladım, ellerimle koltuğun kenarlarını sıkarak.
"Hayır! Hiçbir şeyi kaybetmiyoruz. Korkuyorsun, ben de korkuyorum... Beni duyuyor musun? Mila? Bebeğim?"
Doğruydu, neler söylüyordum? Onu kaybetmekten nasıl bahsedebilirdim? Çok acı çekmem onu dünyaya getirecekti, onu kaybetmemi sağlamayacaktı. "Elimi... tutar mısın?"
"Aşkım..." Ona doğru uzatmaya çalıştığım elimi hemen tuttu ve yüzüme, karnıma bakıp sertçe yutkundu. Gözlerim bulanık olsa da sadece yapması gereken şeylere odaklandığını fark ettim. Duygusal olmamaya çalışıyordu. "Tabii ki tutarım! Fakat birazdan bırakmam gerekecek, arabayı iyi kullandığımdan emin olmalıyım..."
"Tamam... Gözlerimi açık tutmakta zorlanıyorum ama burada olduğunu hissetmek istiyorum. Bana dokun ara ara..."
Gerginliğini hissediyordum, çok korktuğunu da. Çok otomatik davranıyordu, bunu daha önce prova etmiş gibiydi. Belki de yapmıştı, tüm bu hamilelik sürecinde her şeyi hesaplayarak gitmişti. Keşke yalnızca korku olsaydı ama acı o kadar baskındı ki vücudum üzerinde hiçbir kontrol sağlayamıyordum. Ben acı çekiyordum ama o nasıldı? Herhangi bir şey hissediyor muydu?
"Mila..." Sesi uzaktan geliyor gibiydi, nasıl olduğunu anlayamıyordum. "Geldik bebeğim! Bekle... hemen birilerini çağırıp geliyorum! Hemen aşkım, hemen!"
"Git... Gitme." Gözlerimi açtığımda Hazer'in arabadan indiğini, mavi ışıklar yanan yere doğru deli gibi koştuğunu gördüm. Gözkapaklarım tekrardan kayıp kapandı ve ağzımdan bir çığlık kaçtı. Yumruklarımı sıkmaya çalıştım, güç bulamadım. Ikındım, ses çıkaramadım.
Sonra arkamdaki kapının açıldığını hissettim, Hazer'i görmek için gözlerimi açtığımda karanlık gökyüzünü gördüm. Yıldızları, ayı... Ve hep sevdiğim ışıklardan da güç buldum, ellerimi karnıma götürdüğümde ıslaklığın farkına bir daha vardım. Vücudumun sedyeye yerleştiğini fark ettim ve başımı, Hazer'i görmek için çevirdiğim sırada birinin elimden tuttuğunu hissettim.
"Doğumhaneye gireceksin şimdi, sakin ol. Doktorun sana dediklerini yapacaksın ve Melek dünyaya gelecek. Anladıysan elimi sık.”
Elini sıktım. Kargaşanın farkına vardım ve ıkınarak gözlerimi yumdum. Hızla hareket ettiğini hissediyordum, tüm boğuk sesler arasından Hazer'in sesini ayırt edebiliyordum. Gözlerimi tekrar açtığımda başımın tepesinde beyaz bir ışık olduğunu, bir doktorun bana müdahale ettiğini gördüm.
"Doğum başlamış," dediğini duydum doktorun ve benimle göz teması kurduğunda gülümsediğini fark ettim. Bacaklarımın arasına girdi, bacaklarımı yukarıda tutan şey neydi? Böyle olmasını istememiştim. Doğumdan bir gün önce hastaneye yatacaktım, o vakit geldiğinde her şey hazır olacaktı. "Safir Hanım, kendinizi tutmayın, ıkının, bağırabilirsiniz."
"Kocam..."
"Kapının önünde sizi izliyor, merak etmeyin. Şimdi doğum başladığı için bu aşamadan sonra hızlıca yapmam gerekenleri yapacağım. Çok acı çektiğinizi, dayanılmazmış gibi geldiğini biliyorum. Bu kadar fazla acı çektiğin için bir şeyler yolunda gitmiyormuş gibi de gelebilir ama öyle değil." Bacaklarımın daha da ayrıldığını hissediyordum, kafasının bacaklarım arasına girdiğini de. "Tüm gücünüzle ıkının, bebeğinizi bana doğru itin. Ağladığını duyacaksınız her şey yolunda giderse. Biraz daha çabalamanızı istiyorum, onu itmenizi..."
Yumruklarımı sıktım, başımı çevirip camların arkasında duran kocamı aramaya çalıştım ama gözlerim bulanıktı, yüzleri bile seçemiyordun. Nefesimi düzene koymaya çalışıp tüm gücümle doktorun söylediğini yaptım, ıkınıp bebeğimi onun ellerine ittim. Ağlıyordum, bağırıyordum, bir şeyleri tutmak, sıkmak istiyordum.
"Bebeğinizin adını seçtiniz mi?"
Birinin elini yüzümde hissettim, önce sıradan birinin eliymiş gibi geldi fakat sonra yüzüğünü hissettim, ardından terlemiş saçlarımı kulağımın arkasına koyduğunu... Gözlerimi açıp inlerken onun yüzünü gördüm, terli alnımı siliyordu. Dayanamamış, yanıma gelmişti.
"Melek Yakut," dediğini duydum daha sonra.
"Ne güzel isim. Siz mi seçtiniz Safir Hanım?"
"Hayır, aslında bera..." Gelen yeni bir ağrıyla bağırdım ve tırnaklarımı altımdaki yatağa geçirip tüm varlığımla ıkındım. Boğazımın acıdığını hissettim, kulaklarımın uğuldadığını. Fiziksel acıyı hiç bu kadar derinden ve vahşi hissetmemiştim.
"Biraz daha ıkının, Melek de aramıza katılsın."
"Hazer, elimi tut, lütfen..."
Elini sıkarken gözlerimi kapatıp delice çığlık attım, acıyla ıkınıp bebeğim için yapmam gereken her şeyi yaptım. Yoksa... Hazer miydi o kulağıma fısıldayan? Gözlerimi yakan tavandaki o beyaz ışığı unutamıyorum, bir ağlama sesi bekliyordum çünkü dayanamıyorum.
"Evet, son bir kez daha, ıkının ve aynı anda bebeğinizi itin, bırakın onu."
Ikınmak için çabaladım, ellerimi sıkmakla yetinebildim. Gözyaşlarım çoğalırken kafamı iki yana sallayıp, "Yapamıyorum," dedim hayal kırıklığıyla. Bebeğim... Onun için daha fazlasını yapamıyor muydum? "N'olur siz bir şey yapın, dayanamıyorum..."
Hazer terimi siliyordu, bunu ayırt edebiliyordum gözlerim açılıp kapandıkça. Nasıl bakıyordu acaba bana? Elini öyle bir tutuyordum ki onu bırakmak gücümü de kaybetmek olacaktı sanki. Dünya dönüyordu etrafımda, ayaklarım altından kayıyordu her şey...
"Bebeğiniz için. Son kez. Tüm gücünüzle, lütfen! Kafasını görüyordum, öylece çekip çıkaramam, sizin gücünüze ihtiyacım var!"
Bebeğim için, onu dünyaya getirmek için, aşkım için... "Vüc... Vücudum yarılıyormuş gibi hissediyorum."
"Geçecek, gözlerinizi açık tutun ve itin."
Nefes almaya çalıştım, tüm bu sisin içinde bebeğimin ilk sesini duymayı istedim. Gözlerimi açınca o beyaz ışık beni tekrar kör etti, Hazer'in dudakları alnımda biz çizgi çizdi ve kulağıma, "Özür dilerim, keşke elimden bir şey gelse," diye fısıldadı. Ona cevap vermek istedim, burada var olmasının yettiğini söylemek istedim fakat önce Melek'im için son kez, tüm gücümle benden istenileni yapmalıydım.
Gözlerimi yumdum, bebeğimin babasının elini kuvvetle sıkarak gücü kullandım, her şeyimle ıkınıp çığlık attım. Bebeğimi sertçe, sallanan, terleyen, ıslak vücudumdan itip dudaklarımı parçalarcasına ısırdım. Aslında o an bir şeyin beni bıraktığını hissettim ama onun ağlama sesini duyamadığım için yapamadığımı anladım. Bağırarak ağlamaya başladım. "Daha nasıl yapacağım, artık gücüm kalma..."
"Gerek de kalmadı."
Önce Hazer'in kulağımdaki nefes alıp verişi durdu, sonra bir minik ses duydum, bacaklarımın arasına bir şeyin düştüğünü hissetim. Ve... bir bebeğin ağlama sesini duydum.
Bebeğimizin sesini duyunca gözlerimi açtım ve o beyaz ışıktan sonra doktorun avuçlarında küçücük, etrafı kanlarla kaplı, ağlayan kızımı gördüm. Bu onunla ilk selamlaşmam oldu ve onu gördüğüm an, şu saniyeye kadar çektiğim ıstırabın izleri kaybolmaya başladı. Kendimde, kalkıp onu kucaklayacak, göğsüme bastıracak gücü dahi buldum ama Hazer'in dudakları gözümün kenarına sevinçle değerken gözkapaklarımın inmeye başladığını hissettim. Bebeğimi tutmak için ileriye uzattığım ellerimi, kocamın büyük ellerinde hissettim ve onun bebeğimi koruyacağını bilerek daha fazla dayanamadan kendimi bıraktım.
"Kızım..."
✨
Saatler Sonra
"Melek..."
Kendi uyanışımın farkına, bebeğimin adını söylerken vardım ve gözlerimi açmayı istedim. Neredeydim? Ailemden uzakta mı? Ağrı... Tanrım, vücudumdaki ağrı, uyanır uyanmaz kendini hissettirdi ve dudaklarım arasından yorgun bir inilti çıkarken bir elin varlığını alnımda hissettim.
"Kızım..."
"Güvende, aşkım."
Hazer'in sesi ve söylediği... Elimi alnımdaki ele götürüp gözlerimi açınca beyaz hastane tavanına baktım, etraf aydınlıktı. Gözlerimi kırpıştırıp çevirince Hazer'in bana doğru eğildiğini gördüm, endişeli bir hali vardı. Saçları dağınık görünüyordu; kaşları, derin düşüncelerin içindeymiş gibi çatılmıştı.
Sesim kısılmış gibi hissediyordum. "Melek nerede?" diye sordum, onun iyi olduğundan emin olmak isteyerek. "Sağlıklı mı? Bir sorun var mı?"
Hazer’in gözleri parladığında bunun kızımızın iyi olduğunun habercisi olduğunu anlayarak rahatladım. Yorgunluk dolu gözyaşları göz kenarımdan akarken Hazer eğilip gözkapağımdan duygusal bir şekilde öptü. "Çok... Çok güzel Mila."
Ah, şimdi kim durduracak gözlerimden akan yaşları? "Onu görmek istiyorum, kalkmama yardım et lütfen..."
"Şişt, yavaş hareket et aşkım."
Beni nazikçe omuzlarımdan tuttu ve kalkmama yardım ederken gözlerini gözlerimden ayırmadı. Dikkatli bakınca fark ettim, gözlerinin etrafı kızarıktı ve kirpikleri ıslaktı. Az önce başımda olan yastığı sırtıma koyup arkama yaslanmama yardımcı oldu. Ellerini, hastane kıyafetinin açıkta bıraktığı kollarımda gezdirirken, "Üşüyor musun?" diye sordu hemen, endişeyle. "Nasıl hissediyorsun? Canın yanıyor mu hâlâ? Kahroldum Mila, hayatımın en uzun gecesiydi, o kadar canın acırken bir şey yapamamak mahvetti beni..." Halsiz ellerimden tuttu, ağzına kadar götürüp öperken gözlerini yumdu. "Sen gözlerini tekrar açana kadar her şey tepetaklaktı. Çok korktum, acıların hiç bitmeyecek gibi geldi bir an."
"Bitti," dedim, ellerim onun dudakları altında mest olurken. "Hadi... Kızımı göster bana, tüm bu acılara değen kızımızı..."
Gözlerini açtı ve dudakları elimin üzerindeyken kıvrıldı. Başını sakince sol tarafa çevirince ben de etrafıma bakmayı yeni akıl edebildim. Hemen yatağın sol tarafında bir ayaklı beyaz beşik vardı ve içini göremesem de kızımın orada olduğunu anladım. Kalbim delicesine çarptı. Daha önce hayatımın hiçbir saniyesinde bir şeyi böylesine merak etmemiştim. Hiç sesi çıkmıyordu, uyuyor muydu? Benim kızım, ben dünyaya getirmiştim onu… Artık çektiğim hiçbir acı umurumda değildi, Melek Yakut buradaydı.
"Ben doktoru çağırayım, seni muayene etsinler..."
"N'olur Hazer," dedim yalvaran gözlerimi çevirip ellerini sıkarken. Ağrı mı? Atlatabilirim, hafifletebilirim fakat önce kızımı görmeliyim. "Önce kızımı bir göreyim, sonra saatlerce muayene olurum. Meraktan öleceğim! Sen gördün, değil mi?"
Bana merhamet etmiş olmalı ki, "Gel," diye fısıldadı ve üzerimdeki hastane örtüsünü kaldırıp kenara bıraktıktan sonra dirseğimden tuttu. Hareket ederken karnımdaki gerilimi hissettim ve Hazer hastane terliklerini giymem için önüme koyduğunda kalktım. Direkt belimden tuttu, ona yaslanmamı sağlayarak gözlerimin içine baktı.
"İyi misin? Başın dönüyor mu? O kadar bağırıp ağladın ki yürüyebilmene bile inanamıyorum şu an Mila. Sen gözlerini kapattıktan sonra sabahı nasıl ettim bilmiyorum, kızıma baktım hep..."
"Sabaha kadar izlenebilecek güzellikte yani, öyle mi?"
Şakağımdan gülümseyerek öptü ve geriye çekilip yavaşça yürüdü benimle. Sol taraftaki beşiğe yürümek sadece birkaç saniyelik işti ama sanki çok uzun sürmüştü. Dolan gözlerime önce minicik, küçük ayaklar girdi; sonra yine küçücük olan bacaklar, eller ve sonra... avcumun içinden bile ufak olan kafası.
"Aman Tanrım..."
O... küçücüktü ama hep düşündüğüm gibi bir melekti. Onu gördüğüm ilk an demek ki böyle hissedecektim. Hayatımda daha önce hiç hissetmediğim bir duyguydu. Onu dünyaya getirdiğime inanamadım, gücümün farkına bir daha vardım; onu karnımda aylarca korumuş, ardından doğurmuştum.
Küçücük, sarınmış halde uyuyordu. "Benim kızım, ben mi doğurdum onu?"
"Bana sorma. Ben de hâlâ inanamıyorum." Gülüyordu.
Gözlerimi kocaman açarak kafasındaki çok seyrek saçlara baktım. Üzerinde bir kıyafet vardı, elleri ve ayakları sarılıydı. Suratı... burnu ve dudakları öyle minikti ki aralarındaki mesafe çok azdı. Yüzü kızarıktı, acaba terliyor muydu? Kirpikleri çok seyrekti, dikkatli bakmadıkça görünmüyordu. Kaşları da öyle, çok belirsiz ve azdı. Ya gözleri? Onları ne zaman görecektim? Ne renkti gözleri? Beni gördüğü, benimle göz teması kurduğu ilk ana kadar nasıl sabredecektim?
Hazer arkamdan sarılıp benimle kızımızı izledi. Bu onun ilk görüşü değildi, muhtemelen sabaha kadar bizi izlemiş, beklemişti. Ellerimi, ona uzatmamak ve onu uykusunda huzursuz etmemek için sıkarak Hazer'e yaslandım.
"Kaç saat geçti? Sabah olmuş…"
Derin bir nefes verince göğsü hareket etti. "Yedi ya da sekiz saat oldu aşkım. Doktorlar Melek'i temizledi, muayene etti, sardı. Sen de bu sırada uyudun, birkaç kez uyanır gibi oldun. Doğumdan sonra gözlerini kapattığın an çok korktum, bir şey oldu sandım. Doktor yorulduğunu söyledi, bu sırada bebeğimle ilgilenebileceğimi..." Başını eğince dudakları yanağıma değdi. "Ama benim artık iki bebeğim var, hangisiyle ilgileneceğim? İkisiyle de."
Gözlerimi bebeğimden alamadan titrek bir iç çektiğimde, "Yatağa dönelim mi?" diye sordu sıcacık sesiyle. Bir tane daha öptü yanağımdan. "Doktor gelsin, iyi olduğunu söylesin de rahatlayayım."
"Ayrılmak istemiyorum buradan."
Fısıldayarak konuşuyorduk. "Anlıyorum seni, o çok güzel, büyüleyici görünüyor fakat senin için de endişeleniyorum aşkım."
Anlayışla başımı sallamama rağmen ikimiz de oradan, Melek Yakut'un başından ayrılamadık. Gözyaşlarımı durduramıyordum, elimi titreyen dudaklarıma götürüp onu irkiltecek bir ses çıkmasını önlerken, "Gözlerini gördün mü?" diye sordum merakla. "Ne renk?"
"Çok göremedim, birkaç kez gözlerini açar gibi oldu, hemen kapattı. Açamıyor." O da gözlerini görmeyi istiyordu, belki gözlerini görmenin onu dünyamıza kabul etmek olduğunu düşünüyordu. "Açık tutamıyor gözlerini, o kadar ufak ki aslında kapatıp açtığı bile çok anlaşılmıyor."
"Her şeyi ufacık, kulağına baksana ya da burnuna. Burun delikleri yok gibi." Kalbim kasıldı. "Rahat nefes alıyordur, değil mi Hazer?"
"Her şey kızımız için yolunda gidiyor Mila." Sesi güven vericiydi, bu yüzden ikinci kez sorma gereği duymadım.
"Onu çok seviyorum Hazer. İlk görüşte aşk buymuş."
"Alındım," dediğinde önce anlamadım ama gülerek yanağımdan öpünce ben de gülümsedim. "Bana da ilk görüşte âşık olduğunu sanıyordum."
"Seni üzmek gibi olmasın ama hayır aşkım."
Gülerek karnımı bir daha okşadı ve kolumdan tutup yatağa götürdü beni. Yatağın köşesine otururken bile gözlerimi beşikten çekemedim. "Annemlere, arkadaşlarımıza haber verdin mi?" diye sordum.
"Anneme haber vermedim henüz, diğerleri de yola çıkmıştır."
Hazer biraz sonra doktor ve hemşireyle geldiğinde beşiğin başında bekliyordum. Hazer bu halime gülümseyip yatağıma uzanmama yardım edince doktor benimle yakından ilgilendi, nasıl olduğumu sordu, kızımın nasıl olduğundan bahsetti, bundan sonraki süreci anlattı. Fısır fısır konuşuyorduk, kızımın irkilmesinden korkuyordum. Doktorun söylediklerini aklıma kazıdım, daha çok Melek’le ilgili söyledikleriyle ilgilendim. Artık kızım her şeyden önce geliyordu.
"Bebeğinizi emzirin, anne sütüne ihtiyacı var."
Hazer de benimle heyecanlandı. Kolları göğsünden düştü. "Ama uyuyor," dedim kafam karışmış halde.
"Uyumuyor, gözlerini açamıyor. Uyum sağlamaya çalışıyor yeni dünyaya."
Hemşire, Melek'i kucaklayıp bana getirmeye başladığında nefesimi tuttum. Kollarım, Melek'i tutmak için aralandı ve hemşire onu kollarım arasına bırakınca hafifliği karşısında şaşkına dönüp onu derhal göğsüme bastırdım. Küçücük başı kalbime yaslanınca kalp atışlarımı kulaklarımda bile hissettim. Aman Tanrım, o benim bebeğimdi. Bebeğim başını kalbime koydu. Annesinin kalbine, yuvasına.
"Göğsünüzü açın, o zorlanmayacaktır endişe etmeyin."
Bebeğime nasıl dokunmam gerektiğini öğrenmeye çalışırken, "Yardımcı olayım mı?" diye sordu hemşire.
Bir an çekindim, göğsümdeki yaralar hâlâ duruyordu. İki kadının yanında göğüslerimi göstermekten utandım ama kızım için yapmam gerekiyorsa yapardım.
Fakat Hazer, "Ben yardımcı olayım," diyerek hastane kıyafetinin arkasındaki düğmeleri açmaya başlayınca hemşire geriye çekildi. Hazer yardımcı olup göğsümü açınca Melek'in kafası göğsüme düştü ve ağzı göğsüme yaslandı. Minicik dudaklarından verdiği nefes çok cılızdı. Güzel kızım, göğüskafesimde yaşıyordu.
"Sütünüz kendiliğinden gelecektir, kendinizi kasmayın. Zaten hamilelikte de akıntınız olmuştur, bebeğiniz emmeye başlar, uzun dakikalarca emmesini beklemeyin. İlk aşamada birkaç damla bile çok önemlidir."
"Genzine falan kaçmaz, değil mi?" diye sordu Hazer, endişeyle Melek'e bakarken. Elinin içiyle onun kafasını arkadan tutup bana da yardımcı oldu.
"Ağzı ıslansın yetecektir ona, zaten çenesi hemen yorulur. Genzine kaçmaz." Doktor ikimize de gülümsedi ve ekledi. "Kalmamı ister misiniz?"
Hazer çekincelerimi bildiği için, "Ben yardımcı olacağım karıma," dedi.
"O halde yine ziyarete gelirim."
Her ikisi de ayrılınca yalnız kaldık ve bebeğimize dokunurken gözlerimizin içine baktık. Hazer de çok kaygılıydı ama diğer yandan mutlulukla bakıyordu. Alnını alnıma yaslayarak dudağımdan dolu dolu, içine çeker gibi öptü. "İzleyebilir miyim onu emzirmeni?"
Sorma inceliği göstermesine gülümseyip başımı salladım. "Evet aşkım. Kafasından tut, tamam mı? Kafası aşağıya düşecek gibi hissediyorum, doğru tuttuğumdan bile emin olamıyorum. Ne kadar hafif, değil mi? Ona sarılmak istiyorum ama incitmekten ölesiye korkuyorum."
Ne hissettiğimi anlıyormuş gibi başını hızlı hızlı sallayıp Yakut'un bebek saçlarını okşadı. "Ben de öyleyim Mila, kendime gelemedim hâlâ. Gece ne kadar zorlandığın, acı çektiğin aklımdan çıkmıyor. Diğer yandansa onu nihayet kucağımıza aldık, hem de sağlıklı bir şekilde. Nefes alıp sverişi, kalbi, yumuk yumuk gözleri... Her şeyiyle kucağımızda. Saçlarına bak, üç tanecik saç teli var kafasında."
Kıkırdadım ve Hazer kıyafetin önünü açıp emzirmem için bana kolaylık sağladığında, "Gracias," diyerek Melek'i biraz daha bastırdım göğsüme.
"Kızımızın diyeceği ilk kelime bu olursa ne gülerim Mila..."
Sesimi alçak tutup bir daha güldüm ve zaten aylardır dolu olan göğsüme baktım. Yapabilir miydim? Melek'in dudakları göğüs ucuma değince Hazer de gülerek buna tepki verdi. Ensesini kaşıyarak bana göz kırptı. Yakut'un dudakları, yapması gerekeni biliyormuş gibi hareket edince hayretle başımı salladım. Gerçekten emiyordu, göğsümden besleniyordu.
"Mucize," dedi Hazer, nefesini tutmuş halde. "Nasıl bilebilir bunu? Yeni doğdu, elini bile kaldıramıyor, gözlerini açamıyor fakat... nasıl beslenmesi gerektiğini biliyor."
Göğsümdeki yanık izleri gözüme çarptı ama artık hiçbirinin bir önemi yoktu, acısı kalmamıştı. Artık göğsüme baktığımda anne olduğumu görüyordum, bebeğimi doyurduğumu, ne kadar değerli olduğumu...
"Öpmemek için kendimi çok zor tutuyorum şu an," dedi Hazer, yanaklarını şişirip bana üzgün gözlerle bakarken. "Dokunamam, yeni doğdu, öpemem. Öpsem izi kalır kesin."
"Teni çok beyaz, hayatta güneşe çıkaramam!"
Sırıtıp boynumdaki çillerden öptü ve o sırada Melek'in ağzının çekildiğini fark ettim. Dudakları göğüs ucumdan çekilip göğsümün kenarına yaslandı, gözkapakları hafifçe titreşti ama gözlerini açamadı. Hareketsizce göğsümde durunca bana da kızımı izlemek kaldı. Sanki hâlâ karnımdaydı, dünyayı tanıyamıyordu, karanlıkta güvendeydi ama ben... onu asla karanlıkta bırakmazdım.
Kapı tıkladığında irkilip başımı çevirdim. Hazer uzanıp hastane önlüğümün düğmelerini örttü ve göğüslerim kapandıktan sonra, "Girin," dedi.
"Emin misin?" diyen Kerem'in sesini duyunca şaşırıp gülmeye başladım. "Sen emin olsan da ben henüz emin değilim Hazerciğim, yeğenimi görmeye hiç hazır hissetmi..."
"Ee, aç be kapıyı, Mila'yı ve yeğenimi göreceğim," dedi Gazel ve kapı hemen ardından açıldı.
Önce Leo'nun koşarak içeriye girdiğini gördüm, onun ardından diğerleri de daha sessiz olmaya çalışarak girince Hazer yanımdan kalkıp yatağın etrafından dolaştı. Gözlerini kocaman açmış Melek'e bakan Leo'ya eğilip yanaklarından öperken, "Naber la?" dedi ve hemen sonra ekledi: "Sessiz ol da Yakut uyanmasın, tamam mı oğlum?"
Leo hemen başını salladı. Bu esnada Gazel yanımdaki boşluğa otururken, "Nasıl güzel…" dedi ve duygulanmış gözleriyle bana baktı. "Safir... Çok güzel. Nasıl? İyi mi? Ah, hani daha vardı doğuma? Sen nasılsın? Ağrın sızın var mı?"
"İkimiz de çok iyiyiz."
Gazel delice gülümseyerek Melek'i izlerken başımı kaldırıp ileriye baktım. Kerem ve Leo kucağımdaki bebeğime gözlerini kırpmadan bakıyordu, Hazer'se Behram’la el sıkışıyordu. Behram’ın kısık bir sesle nasıl olduğumuzu sorduğunu duydum, herhalde müsait olmadığımı düşündüğümden bana çok bakamamıştı. Hazer'in güldüğünü, Behram'ın da onu kendisine çekip sarıldığını gördüm ve o esnada elimde sıcak bir şey hissettim. Dönüp bakınca bunun Oğuz'un eli olduğunu gördüm, Melek'i tutan elime dokunuyordu. Gözleri araştırır gibi kızımın üstündeydi. Onların tanışmalarını izlerken Gazel’le nefesimizi tuttuk. Melek Yakut hissetmiş gibi bir saniyeliğine gözlerini açtı ve Oğuz'un gözlerini görüp hemen sonra kapattı.
"Abisiyle tanıştı," dedi Gazel, eğilip yanağımdan öperken.
"Ne abisi ya? Shipledim gitti ben!" Kerem'in heyecanlı konuşmasını duydum, yanımıza geldi ve eğilip Melek'e daha yakından bakarken dudakları kıvrılmaya başladı. Yüzünde hayranlık vardı. "Hoş geldin."
"Abla, Melek değil mi bu?" Leo onu doğurduğuma inanamıyormuş gibi başını omzuma yaslayıp irice açtığı gözleriyle baktı.
"Si," dedim yumuşakça. "Doğdu aşkım. Fakat şimdi uyuyor, gözlerini henüz açamıyor. Çok yakında tanışacaksın onunla."
Leo başını hızlı hızlı sallayıp elini yeğenine uzattı ama hemen sonra çekip kolumdan tuttu. "Çok çok ufak abla! Bir de kel!"
Kerem az daha kahkaha atıyordu ki kendini tuttu ve onun sarı saçlarını okşayıp bana göz kırptı. "Ne keli oğlum, yeni doğduğu için o kadar az saçı."
Leo, Kerem'in yaptığı açıklamayla rahatlayıp bana daha sıkı sarıldı. "Ona bir sürü toka aldım Kerem Abi, saçları olmadan takamam."
Gazel gülüp Oğuz'u kucağında dengeledi. "Uzayacak tabii ki saçları, çok güzel saçları olacak eminim ki."
Kerem eğilip saçlarımı okşayınca ıslak gözlerim arasından ona da baktım, Gazel de diğer omzuma yaslanmış Leo gibi hayranlıkla Melek'i izliyordu. Kerem eğilip yanağımdan öpünce abim öpüyormuş gibi hissettim.
"Allah analı babalı büyütsün. Çok mutluyum sizin adınıza."
"Teşekkür ederim Kerem."
O esnada bir geniz temizleme sesi duydum, Behram buraya doğru bir adım atıp kısaca bana baktı. Hazer de eğilip hastane yatağının ayak kısmındaki demirden tutarken Melek'e öpücük attı ama kızımın babasını umursadığı yoktu. Behram kucağımda tuttuğum kızıma doğru bakınca da gülümsemeye başladı.
"Ne kadar küçük o öyle?"
"Oğuz daha küçüktü ya doğduğunda," dedim ve sonra yeğenime, üzerindeki tatlı kıyafetlere bakıp iç çektim. "Şimdi büyüdü, Melek de büyüyecek."
"Allah'ın izniyle inşallah."
"Niye bu kadar sakinsiniz? Hastaneyi ellerimle kaldırıp taşıyasım var benim."
Hepimiz Kerem'in söylediğine göz devirip ardından gülmeye başladık ve Hazer'in gözlerini kızımızdan çekemediğini görüp ben de bebeğime baktım. Diğerleri Melek hakkında kısık bir şekilde konuşmaya başlarken ben de onun kokusunu duyumsamak istedim. Çok yavaş şekilde kaldırıp göğsüme biraz daha yaklaştırdım, başımı eğip burnumu yanağına dokundurdum. İncitmekten öyle çok korkuyordum ki bu yaptığımda bile yanlışlık vardır belki diye düşünüyordum. Tatlı süt kokusu burnumdan içeri sızınca dudaklarım gülümseme şeklini almaya başladı.
"Leo?"
Hazer'in sesini duyunca diğerleriyle ona çevirdim kafamı çünkü sesi bir anda garipleşmeye başlamıştı. Kaşlarını çatmış, dudaklarını kapatamaz bir halde Leo'ya bakıyordu. Bu bakışları anlamlandırmak için ben de kardeşime bir daha döndüm, eniştesinin ne diyeceğini merakla bekliyordu. Hazer'in bir anda adını söyleyip böyle bakmasına sebep olan ne diye düşünürken Leo'un kıyafetini fark ettim. Ah... üzerinde bir Fenerbahçe forması vardı.
"Senin o üzerindeki... Fenerbahçe forması mı?" Sesinde derin bir hayal kırıklığı vardı.
Leo gözlerini indirip üstüne baktı, telaşla geldikleri için değişmeyi unutmuş görünüyordu. O sırada Behram’la Kerem'in üzerindeki kapüşonluların fermuarını boğazlarına kadar çektiklerini gördüm ve yanımda gülmeye başlayan Gazel gibi gülmek üzere olduğumu hissettim. Leo kendini savunması için Behram’la Kerem'e baktı ve sonra Hazer'e dönüp başını iki yana salladı. "De... Değil enişte!"
"Sarı ve lacivert oğlum!" dedi Hazer, Leo'nun önüne kadar gelip hayal kırıklığı içinde başını iki yana sallarken.
"Hazer," dedim gülmekle kızmak arasında kalarak. Gazel açıkça gülüyordu.
"Bir saniye karıcığım, konu çok ciddi." Ah, peki...
"Siz... şimdi anlıyorum." Hazer hızla omuz üstünden Kerem'e baktı ve Kerem'in gözlerinde korku açığa çıktı, o saniye burada olmamayı istediğini anladım. "Dün akşam maçtaydınız! Benden Leo'yu dışarı çıkarmak için izin istedin, ben de verdim! Maça mı götürdün? Allah kahretsin ya!" Abart...
Gazel gözlerini devire devire gülmeye devam ederken Melek'in yüzündeki çok hafif belli olan ifadelerine baktım. Burnu kırışmıştı ve o küçük burnunu ısırmak istiyordum.
"Bak Leo, Behram’la Kerem seni zorladıysa vazgeçebilirsin." Hazer bir umut Leo'ya döndü ve Leo önce Kerem'e, sonra da Hazer'e bakarak başını utanmış gibi önüne eğdi.
"Dönek miyim ben enişte?"
"Oğlum... Nasıl olabilir ya? Nasıl! Güvendiğim dağlara kar yağdı, inanamıyorum!" Hazer acıyla elini saçları arasından geçirdi.
Gazel kendini tutamadan, "Abartmasan mı canım?" dediğinde Hazer dehşete kapılarak ona döndü.
"Bunu nasıl hafife alabilirsiniz? Oğlum Fenerbahçeli olmuş, görmüyor musunuz? Siyah ve beyaz dururken... Şaka mıdır bu ya?"
İlk dakikalarda korkan Kerem eğlenmeye başladı ve kolunu Hazer'in omzuna atarak, "Üzülme ya," dedi ama alay ettiği sesinin tınısından belliydi. "Elinde son iki kale daha var." Eliyle Oğuz Asaf'ı ve Melek Yakut'u gösterip ekledi. "Onları Beşiktaşlı yaparsın, belki yani."
Hazer'in dudakları düz bir çizgi halini aldı, başını çevirip dik dik Kerem'in suratına, ardından omzundaki koluna baktı. Bunun üstüne Kerem yutkunup kolunu geri çekti ve Leo'yla Behram'ın arkasına saklandı.
"Enişte, gel sen de Fenerbahçeli ol." Leo gülümseyerek formasını gösterdi.
Hazer bunun üstüne bir daha dehşete kapıldı, başına gelenlere inanamıyor gibi bir hali vardı. Hazer gibi adama Fenerbahçeli olma teklifi edilmezdi, Leo bunu şu saniye deneyimlemişti. Hazer onun üzerindeki formaya, gülen Behram'a, Kerem'e ters bakışlar atıp yanıma geldi ve Melek Yakut'u kucağımdan nazikçe aldı. Kızımızı ilk kez babasının kollarında görünce kendimi buna hiç hazırlamadığımı fark ettim; göğüskafesimde kelebekler kanat çırpmaya başlamıştı. Hazer, kızımızı kuvvetli kollarında yumuşak şekilde tutarak kenardaki koltuğa ilerlediğinde ruhumdaki tüm parazitlerin sonsuza kadar silindiğini hissettim.
Melek'i göğsüne koyup, "Babanın sakinleşmeye ihtiyacı var," diye fısıldadı ve hafifçe eğilip onu öpecekti ki vazgeçti, kıyamadı. "Bana yardım eder misin?"
O kadar duygusaldım ki başa çıkamıyordum mutlulukla. Gazel eğilip yanağımdan öptü ve Oğuz'u kucağıma bıraktı. "Lohusa dönemin başlıyor, seni bu dönemde asla yalnız bırakmayacağım."
"Teşekkür ederim, sensiz ne yaparım bilmiyorum..."
Gazel bana sarılınca yanağımı omzuna koyup eşimle kızımı izledim. Behram, Kerem ve Leo da Melek'in başına geçip kızımı hayranlıkla izlemeye başladı. Kızım, güven duyabileceği erkeklerin arasındaydı, öyle de büyüyecekti; benim aksime.
"Çok güzel, ne zaman oynayabileceğim onunla?"
Hazer, Melek'in başından tutmayı öğreniyordu, bunu kafası karışmış bakışlarında görüyordum. "Oynayamayacaksın, Beşiktaşlı değilsin."
"Şaka yapıyorsun, değil mi enişte?"
"Hayır. Beşiktaşlı olana kadar kızımla oynayamazsın."
Leo ağlamaya başlayarak Hazer'i ikna etmeye çabalarken ben de kıkırdayarak esnedim. Sanırım yine uykum gelmişti ama gözlerimi ailemden çekemiyordum. Dakikalar sonra doktor ve hemşire de yeniden gelip tansiyonumu ölçtüğünde her şeyin normal olduğunu ve ayrılabileceğimizi söylediler.
Hazırlanmaya başladık ve diğerleri dışarıya çıkıp bizi aşağıda beklerken Hazer giyinmeme yardımcı oldu. Neşeliydim, bebeğimi izlemeden duramıyordum. Beşiğindeydi, Gazel onun için Oğuz'un pusetini getirmişti. Benim içinse temiz kıyafetler. Kıyafetleri giydiğimde kızımı bir daha kucakladım ve rahatsız etmeden pusetine koydum. Doktorun dediklerini aklıma kazımıştım, kızımın aşılarını ihmal etmeyecek, bu lohusa döneminde ruhsal düzenimi korumak için doktor desteği alacaktım.
Hazer puseti kucakladı, ben de koluna girip ağrıyan karnımı tutarak onunla asansöre yöneldim. Hastaneye girerken etrafımın farkında olmamıştım, bir devlet hastanesinde olduğumu daha yeni anlıyordum. Biraz şehirden uzak olduğu için kalabalık değildi.
Bize gülümsedi ve başını çevirip diğerlerini aradı. Kerem’le Behram sigara içiyordu, Leo’yla Gazel de arabada olmalıydı. Bizi gördüğünden olsa gerek ki Leo arabanın arka kapısından indi ve koşa koşa yanımıza gelip Hazer'in bacağına sarıldı. "Ben de sizinle geleceğim enişte."
Hazer biraz tripli şekilde, "İyi," dedi. "Anahtar cebimde, al."
Leo hevesli şekilde elini Hazer'in eşofmanının cebine attı, anahtarı çıkarıp araba kapılarını açtı. Biz yaklaştığımızda Kerem’le Behram da onun arabasına binmişti. Leo arka koltuğun kapısını açınca önce Melek'i koydum, sonra da ben yerleştim.
"Sen de oraya otur Leo," dedi Hazer ve kapıyı kapatırken Melek'e dikkatle baktı. Ardından şoför koltuğuna geçti, arabayı çıkarırken dikiz aynalarını kontrol etti. "Mila, dikkat et. Canını yakıyorsa kemeri takma. Arabayı hızlı kullanmayacağım."
"Ben korurum enişte."
Puseti kucağıma koyup dengede tutarken Leo'nun tatlılığına gülümseyip arkama yaslandım. Leo elini pusetin diğer kısmına koyup kafasını eğdi, Melek'in kafasından aniden öptü. Melek burnunu kırıştırıp bir anda ağlamaya başlayınca da korkup geri kaçtı. "Özür dilerim, özür dilerim, ağlama!"
Ben de sesini ilk kez duyuyordum, ağladığını da. Ne yapacağımı şaşırıp dikiz aynasından Hazer'e baktım, o da şaşırmış görünüyordu. Telaşla puseti biraz daha göğsüme bastırıp, "Şişt," diyebildim korkuyla. Leo da gözlerini kocaman açmış, pişman şekilde köşesine çekilmişti. Bir diğer elimi, korkarak Melek'in yüzüne götürdüm. "Anneciğim, güvendesin, korkma." Pusetini hafifçe salladım. "İyisin Melek, çok iyisin. Dayın o senin..."
"Abla, özür dilerim, öpmek istemiştim."
"Oğlum senin suçun yok," dedi Hazer, dikiz aynasından pişman kardeşime göz kırparken. "Bak, sustu bile."
Ağlaması azalarak bitmiş ve yerini titreyen dudaklara bırakmıştı. Rahatlayıp Leo'ya döndüm, eğilip sarı saçlarından öptüm. "Sorun yok aşkım. Hemen üzüldün sen de. O iyi, sık sık ağlaması da ne yazık ki kaçınılmaz."
Yüzünü koluma yaslayıp uslu şekilde gözlerini bile kırpmadan benimle Yakut'u izlemeye devam edince ben de rahatladım. Hazer arabayı çok yavaş kullandı, dikkatli davrandı, şoför koltuğunda otursa da gözleri sürekli kızındaydı.
Eve geldiğimizde Behramların çoktan geldiğini gördük, salona geçmişlerdi. Kerem onları ağırlarken biz direkt odaya çıktık, yorgunca yatağıma oturduğumda Hazer de puseti yatağın ortasına koyup kenarına oturdu, gözlerini ayıramadan Melek'e baktı. Trençkotu üstümden çıkardım, mavi elbisemin içinde Hazer'e döndüm. Üzerinde beyaz tişörtü ve gri eşofmanı vardı dün geceden beri. Yorgun ve bitkindi ama Melek'i izlerken dudaklarındaki gülümseme büyüyordu.
"Ona bir zıbın giydireyim," diyerek doğrulmaya yeltendiğimde, "Otur sen," dedi Hazer direkt. Yataktan kalkarken bile kızımıza bakmayı sürdürdü. "Ben odasından alıp geleyim."
"Zıbın hangisiydi? Bulabilecek misin?"
İğnelemem üstüne kısık gözlerini çevirdi ve yatağın ucunda durup ellerini beline yasladı. Muzip şekilde dudağımın kenarını kaşıdığımda başını iki yana sallayarak arkasını döndü. "Gazel'den yardım isterim."
"Eh, peki."
Hazer ayrılınca kızıma döndüm, onu kucaklayıp pusetinden çıkardığımda yeniden ağlamaya başladı. Bu andan sonra hep burada, evimizde, ailemizde yaşayacaktı. Yuvası burasıydı, alışacaktı. Onu her şeyden koruyacaktım, ağlamaması için yapmam gerekenleri yapmaktan kaçınmayacaktım. Güvende ve sıcak hissettirecektim, kızmayacaktım ve susturmayacaktım.
Eğilip alnından öptüm ve onu, sarıldığı bezden çıkarırken üşümesinden endişe ederek vücuduna baktım. Hayatımda gördüğüm en ufak şeydi, sanki asla büyümeyecekti. Kıpırdayamıyordu, bedeni hakkında hiçbir fikri yoktu. Onu kaldırıp göğsüme bastırdım ve ellerimi çıplak sırtına yaslarken yanlış bir şey yapıp yapmadığımdan endişelendim. Kızıma nasıl davranmam gerektiğini öğrenmek için Gazel'e seslenecektim ki bir şey beni durdurdu. Melek Yakut'un sırtındaki bir şey.
İlk saniye sırtına bir şey olduğunu sanarak korktum, kalbimin kasılıp gevşediğini hissettim. Sonra fark ettim Tanrı'nın sürprizini. Hayatımın bir döneminde birine iyilik yaptığımı düşündüm böyle garip bir sürprizle karşılaştığım için. Melek'in sırtındaki şeye inanamadım ama Hazer de odaya girip yanımıza yürüdüğünde ve bakışlarımın nereye odaklandığını görüp büyülenmiş gibi Melek'in sırtına baktığında gördüğümün gerçek olduğunu anlayabildim.
Kızımızın sırtında, Hazer'in benim sırtımda aradığı kanatlar vardı. Kanat biçiminde ufak bir doğum lekesi.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...